Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır.
Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette onadır. Övgüler
ki, özlem sözlerince füzûn ve arzular ki sevgililerin saçları misali
uzun, ona, hep ona, hep onadır. O ki güldür, o ki sevgilidir, bütün
mecburiyetler onadır.
Çölde alevlerle küfürler kavururken insanlığı ve bir gün ortasında
kızıl kayalara çarparken vahşetlerin tutuşturduğu dalga dalga nefesler,
bir melek adını andı onun. Sözcükler henüz yetim, sevgiler hançer
sokumlarına mahkûmdu. Goncalardan kan damlıyordu gülistanlara ve çırçır
böceklerinin rüya aralığında cinayetler işleniyor; babalar kızlarını
toprağa diri diri gömüyordu. Cinnet karargâhına dönen yüreklerde hep
aynı boşluk vardı ve masum kelebekler çarmıha geriliyordu, yalnızca
masum oldukları için...
Zaman öyle bir zaman, mekân öyle bir mekândı... Ebabiller kara yere
kararken Ebrehe'nin fillerini, gonca ana rahminde yetim kalıverdi.
Kâbe'nin duvarını bir kırlangıç kucaklamıştı oysa, çığlık çığlığa...
Ardından bir şair kollarını açıp haykırmıştı:
"Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!.. Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!.. Yaklaşıyor yaklaş..."
Avizesi cevzâ, ışığı dolunay idi gecenin... Yaklaşmakta olan, bir
gül olup açtı ve yeminler edildi ömrüne. Gül açınca taşırdı insanlığın
sevinç ırmaklarını ve dünya ilk kez dünya olduğunu hissetti. Bir bülbül
gülün aşkına yanmış, yanmaktan kana boyanmıştı. Anlatıyordu:
Zamân o gül gibi gül görmedi zamân olalıGülün güzelliği dillerde
dâsitân olalı Peygamber Efendimizin hayat hikâyesi... İskender Pala'nın
güçlü kaleminden...